Türklerde Çini ve
Çinicilik
Çinicilik pek eski olup, tarih bakımından Asurlular zamanına varan bir doğu sanatıdır. Orta Asya’da Turfan, Aşkar ve Koça bölgelerinde yapılan araştırmalarda, nefis Türk çini ve resimlerinin ele geçirilmiş olması, Türlerin çok eski devirlerde, 8. yüzyıldan önce,
bu sanat dalında ne kadar ileri gitmiş olduklarını göstermektedir. Orta Asya’dan itibaren asırlar boyu âbideleşen Müslüman-Türk sanat eserlerinin tezyinatında, güzel sanatların çeşitli dallarından faydalanılmış, bu arada çini ve çinicilik sanatının şaheser örnekleri sergilenmiştir.
Türklerde Çinicilik
İlk olarak Türkler, Orta Asya’da çini imal etmişlerdir. Orta Asya’daki Kâşân şehrinden dolayı çiniye “Kâşî” denildiği bilinmektedir. Kâşân şehrinde yapılan kazılarda bulunan fırın artıkları ve parça çiniler gösteriyor ki, çini, Türkler tarafından bir sanat olarak değerlendirilmiş ve birbirinden güzel eserler verilmiştir.
Orta Asya’daki Hunlar, Karahanlılar, Uygurlar, Gazneliler, çini ve seramik sanatını kitabelerde ve binalarda yapı malzemesi olarak kullanmışlardır. Aralarında ihtilaflar olmasına rağmen Türkler, genellikle aynı sanat anlayışı ve üslup içinde olmuşlardır. Mengücükler, Selçuklular, Eretnaoğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları ile Ramazanoğulları'na ait eserlerde teknik ve desen bakımından birçok benzerlikler, bunu açıkça meydana koymuştur.
Türk Boyları, yapmış oldukları eserlerde, cephe kaplaması olarak, sırlı tuğlayı kullanmışlardır. İslâmiyet öncesi Türk toplulukları içinde, seramik sanatı, Göktürkler'le beraber Kırgız Türklerinde de görülmektedir. Kırgız seramikleri madenî kapkacağın taklididir. Bu seramikler üzerindeki çalışmalar, M.S. 1209’da Kırgızlar ile birlikte Moğollarda da son bulur. Türk kavimleri içinde Karluklar özel bir yer tutar. Tek renkli Karluk çini ve seramiklerinde insan ve hayvan figürlerine geniş yer verildiği, dokuz ve onuncu yüzyılda görülmüştür. Daha sonra Sâmânoğullarının elinde İslâmî dekorlar işlenmiştir. Anadolu; Sâmânoğulları, Abbâsîler, Karahanlılar, Gazneliler, Fatımîler ve özellikle Selçuklular devirlerinde, çini ve seramik sanatının en çok yapıldığı yer olmuştur. Orta Asya’dan gelen Selçuklular, 1037 tarihinde Suriye’yi almakla yeni bir stil geliştirmişlerdir. Selçuklular, imalatta birkaç değişiklik yaparak, çini mozaik imal etmişlerdir. Bunun yanında ayrıca kitabeler ve pano bordürleri, üçgen, dörtgen ve kabartma çinilerle mezar kitabeleri yazmışlardır. Bu imalatta siyah, beyaz, turkuvaz, koyu mavi renklerde yaldız çok kullanılmıştır. Çini merkezleri olarak, Konya, Sivas, Tokat en önemlileridir. Osmanlılar döneminde buralar merkez olmaktan çıkıp, yerini İznik ve Kütahya’ya bırakmıştır.
İlk gelişmiş Türk çinisi örnekleri, 13. yüzyılda Kılıçarslan’ın Konya’daki sarayında görülmektedir. Selçuklu mozaik çini tekniği ile renkli sır tekniğinin birleşmesi, Osmanlı çinilerine bir başlangıç olmuştur. Bu durum, Osmanlılar devrinde renk ve desenlerin artışıyla devam etti. İznik, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında çiniciliğin merkezi olmuştur.
Osmanlı çini sanatının şahane üslubu, Bursa’da Yeşil Cami ve türbe ile başlar (1421-24). Yine Osmanlı çini sanatının getirdiği ilk büyük yenilik, çok renkli sır tekniği olmuştur. Diğer bir yenilik ise sır altı tekniği ile yapılan mavi-beyaz çinilerdir.
On dört ve on beşinci yüzyılda yapılan en büyük kısmı mavi ve beyaz renkte olan Kütahya çinileri ile ilk “Haliç çinisi” mamullerine, Bursa’da Sultan Mustafa Türbesi, Yeşil Türbe ve Cem Sultan Türbesi ile Edirne’de İkinci Murad Camiinde rastlanır.
On altıncı yüzyılda ise sırlı ve renkli duvar çinilerine rastlanmaktadır. İstanbul’da renkli sır tekniğinde yapılan çinilerin ilk örnekleri, 1522-1523 yılları arasında inşa edilen Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesindedir. Bu çeşit çinilerin son şaheserleri, İstanbul Şehzadebaşı’ndaki Şehzade Mehmed Türbesini (1548) süslemektedir. Ayrıca Hadice Sultan Türbesi ve Haseki Hürrem Sultan Medresesinin duvar çinileri bunlardandır.
1550’li yıllardan sonra renkli çini tekniği terkedilmiş ve çini sanatında sıraltı tekniği hakim olmuştur. İkinci ve en büyük üsluptaki çiniler, ilk olarak Süleymaniye Camiinin (1557) kıble duvarını süslemekte kullanılmıştır. Yine bu dönemde yapılan Rüstem Paşa Camiinin (1561) çinilerinde 41 çeşit lüle motifi vardır. Ayrıca çinicilik sanatında bir çığır açan üstün kaliteli bu çiniler, bugün İstanbul’da Kanunî Sultan Süleyman Türbesi (1566), Sokullu Mehmed Paşa Camii (1572), Piyale Paşa Camii (1574) ile Topkapı Sarayı’ndaki Üçüncü Murad Han Dairesinin duvarlarını süslemektedir.
On altıncı yüzyıl, Osmanlı çinicilik sanatının en yüksek seviyeye eriştiği devredir. İznik atölyelerinin büyük bir teknik başarısı olan kabarık parlak mercan kırmızısının çinilerde kullanılması, bu zamanda gerçekleşti. Firûze, mavi, koyu bir tatlı yeşil, kırmızı, açık lâcivert, beyaz ve bazen görülen siyah olarak yedi rengin, bu çinilerde sır altına tatbiki, dünya çini sanatında benzeri görülmemiş bir teknik gelişmedir. Bu devir çinilerinde kullanılan motiflerde, karanfil, sümbül, lâle, şakâyık, nar çiçeği, bahar yani çiçek, açmış erik ve kiraz dalları ile, artık tamamıyla tabiî örnekler hakimdir. Hançer gibi kıvrılan iri yeşil yapraklar, çiçeklerin arasını doldurmaktadır. 1600 tarihinde yapılan Sultan Üçüncü Murad türbesiyle bu büyük üslubun devri de kapanır.
İstanbul’da Tekfur Sarayında 1725’ten sonra bir çini atölyesi kurulmuş ve Sultan Ahmed Çeşmesi ile Hekimoğlu Ali Paşa Camii bu çinilerle süslenmiştir. Fakat bu atölyenin de ömrü uzun olmamıştır. Sadece Kütahya atölyeleri günümüze kadar varlığını devam ettirebilmiştir.
İslâm seramiklerinin önemli bir merkezi, 833-884 tarihlerinde kurulan Samarra şehridir. Perdah tekniği ile yapılan ilk seramikler, Samarra’da ortaya çıkmıştır. Plaka çini yapımı ilk defa burada gerçekleştirilmiştir. İslâm seramik sanatının çok çeşitli kalite ve formda zengin örneklerini Selçuklularda firûze, yeşil, kobalt mavisi, kahverengi, renkli ve şeffaf sırlı örnekler, çok bol bir şekilde görülmektedir. Anadolu seramikleri arasında İslâm seramik sanatının geleneksel kırmızı hamurlu gevşek hamur yapısında vazo, sürahi, kâse ve büyük küpler yapıldığı görülür.
Ne yazık ki, bu çok değerli güzel sanat dalı, 17. yüzyıl başından itibaren, gerilemeye, sonra da sönmeye yüz tutmuş ve çini yapımevleri, peş peşe kapanmıştır. Muhteşem devirler yaşayan Türk çinicilik sanatı, eski gücünden çok şey kaybetmiş olmasına rağmen, bugün de hayatiyetini sürdürme gayreti içerisindedir.
Çinicilik pek eski olup, tarih bakımından Asurlular zamanına varan bir doğu sanatıdır. Orta Asya’da Turfan, Aşkar ve Koça bölgelerinde yapılan araştırmalarda, nefis Türk çini ve resimlerinin ele geçirilmiş olması, Türlerin çok eski devirlerde, 8. yüzyıldan önce,
bu sanat dalında ne kadar ileri gitmiş olduklarını göstermektedir. Orta Asya’dan itibaren asırlar boyu âbideleşen Müslüman-Türk sanat eserlerinin tezyinatında, güzel sanatların çeşitli dallarından faydalanılmış, bu arada çini ve çinicilik sanatının şaheser örnekleri sergilenmiştir.
Türklerde Çinicilik
İlk olarak Türkler, Orta Asya’da çini imal etmişlerdir. Orta Asya’daki Kâşân şehrinden dolayı çiniye “Kâşî” denildiği bilinmektedir. Kâşân şehrinde yapılan kazılarda bulunan fırın artıkları ve parça çiniler gösteriyor ki, çini, Türkler tarafından bir sanat olarak değerlendirilmiş ve birbirinden güzel eserler verilmiştir.
Orta Asya’daki Hunlar, Karahanlılar, Uygurlar, Gazneliler, çini ve seramik sanatını kitabelerde ve binalarda yapı malzemesi olarak kullanmışlardır. Aralarında ihtilaflar olmasına rağmen Türkler, genellikle aynı sanat anlayışı ve üslup içinde olmuşlardır. Mengücükler, Selçuklular, Eretnaoğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları ile Ramazanoğulları'na ait eserlerde teknik ve desen bakımından birçok benzerlikler, bunu açıkça meydana koymuştur.
Türk Boyları, yapmış oldukları eserlerde, cephe kaplaması olarak, sırlı tuğlayı kullanmışlardır. İslâmiyet öncesi Türk toplulukları içinde, seramik sanatı, Göktürkler'le beraber Kırgız Türklerinde de görülmektedir. Kırgız seramikleri madenî kapkacağın taklididir. Bu seramikler üzerindeki çalışmalar, M.S. 1209’da Kırgızlar ile birlikte Moğollarda da son bulur. Türk kavimleri içinde Karluklar özel bir yer tutar. Tek renkli Karluk çini ve seramiklerinde insan ve hayvan figürlerine geniş yer verildiği, dokuz ve onuncu yüzyılda görülmüştür. Daha sonra Sâmânoğullarının elinde İslâmî dekorlar işlenmiştir. Anadolu; Sâmânoğulları, Abbâsîler, Karahanlılar, Gazneliler, Fatımîler ve özellikle Selçuklular devirlerinde, çini ve seramik sanatının en çok yapıldığı yer olmuştur. Orta Asya’dan gelen Selçuklular, 1037 tarihinde Suriye’yi almakla yeni bir stil geliştirmişlerdir. Selçuklular, imalatta birkaç değişiklik yaparak, çini mozaik imal etmişlerdir. Bunun yanında ayrıca kitabeler ve pano bordürleri, üçgen, dörtgen ve kabartma çinilerle mezar kitabeleri yazmışlardır. Bu imalatta siyah, beyaz, turkuvaz, koyu mavi renklerde yaldız çok kullanılmıştır. Çini merkezleri olarak, Konya, Sivas, Tokat en önemlileridir. Osmanlılar döneminde buralar merkez olmaktan çıkıp, yerini İznik ve Kütahya’ya bırakmıştır.
İlk gelişmiş Türk çinisi örnekleri, 13. yüzyılda Kılıçarslan’ın Konya’daki sarayında görülmektedir. Selçuklu mozaik çini tekniği ile renkli sır tekniğinin birleşmesi, Osmanlı çinilerine bir başlangıç olmuştur. Bu durum, Osmanlılar devrinde renk ve desenlerin artışıyla devam etti. İznik, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında çiniciliğin merkezi olmuştur.
Osmanlı çini sanatının şahane üslubu, Bursa’da Yeşil Cami ve türbe ile başlar (1421-24). Yine Osmanlı çini sanatının getirdiği ilk büyük yenilik, çok renkli sır tekniği olmuştur. Diğer bir yenilik ise sır altı tekniği ile yapılan mavi-beyaz çinilerdir.
On dört ve on beşinci yüzyılda yapılan en büyük kısmı mavi ve beyaz renkte olan Kütahya çinileri ile ilk “Haliç çinisi” mamullerine, Bursa’da Sultan Mustafa Türbesi, Yeşil Türbe ve Cem Sultan Türbesi ile Edirne’de İkinci Murad Camiinde rastlanır.
On altıncı yüzyılda ise sırlı ve renkli duvar çinilerine rastlanmaktadır. İstanbul’da renkli sır tekniğinde yapılan çinilerin ilk örnekleri, 1522-1523 yılları arasında inşa edilen Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesindedir. Bu çeşit çinilerin son şaheserleri, İstanbul Şehzadebaşı’ndaki Şehzade Mehmed Türbesini (1548) süslemektedir. Ayrıca Hadice Sultan Türbesi ve Haseki Hürrem Sultan Medresesinin duvar çinileri bunlardandır.
1550’li yıllardan sonra renkli çini tekniği terkedilmiş ve çini sanatında sıraltı tekniği hakim olmuştur. İkinci ve en büyük üsluptaki çiniler, ilk olarak Süleymaniye Camiinin (1557) kıble duvarını süslemekte kullanılmıştır. Yine bu dönemde yapılan Rüstem Paşa Camiinin (1561) çinilerinde 41 çeşit lüle motifi vardır. Ayrıca çinicilik sanatında bir çığır açan üstün kaliteli bu çiniler, bugün İstanbul’da Kanunî Sultan Süleyman Türbesi (1566), Sokullu Mehmed Paşa Camii (1572), Piyale Paşa Camii (1574) ile Topkapı Sarayı’ndaki Üçüncü Murad Han Dairesinin duvarlarını süslemektedir.
On altıncı yüzyıl, Osmanlı çinicilik sanatının en yüksek seviyeye eriştiği devredir. İznik atölyelerinin büyük bir teknik başarısı olan kabarık parlak mercan kırmızısının çinilerde kullanılması, bu zamanda gerçekleşti. Firûze, mavi, koyu bir tatlı yeşil, kırmızı, açık lâcivert, beyaz ve bazen görülen siyah olarak yedi rengin, bu çinilerde sır altına tatbiki, dünya çini sanatında benzeri görülmemiş bir teknik gelişmedir. Bu devir çinilerinde kullanılan motiflerde, karanfil, sümbül, lâle, şakâyık, nar çiçeği, bahar yani çiçek, açmış erik ve kiraz dalları ile, artık tamamıyla tabiî örnekler hakimdir. Hançer gibi kıvrılan iri yeşil yapraklar, çiçeklerin arasını doldurmaktadır. 1600 tarihinde yapılan Sultan Üçüncü Murad türbesiyle bu büyük üslubun devri de kapanır.
İstanbul’da Tekfur Sarayında 1725’ten sonra bir çini atölyesi kurulmuş ve Sultan Ahmed Çeşmesi ile Hekimoğlu Ali Paşa Camii bu çinilerle süslenmiştir. Fakat bu atölyenin de ömrü uzun olmamıştır. Sadece Kütahya atölyeleri günümüze kadar varlığını devam ettirebilmiştir.
İslâm seramiklerinin önemli bir merkezi, 833-884 tarihlerinde kurulan Samarra şehridir. Perdah tekniği ile yapılan ilk seramikler, Samarra’da ortaya çıkmıştır. Plaka çini yapımı ilk defa burada gerçekleştirilmiştir. İslâm seramik sanatının çok çeşitli kalite ve formda zengin örneklerini Selçuklularda firûze, yeşil, kobalt mavisi, kahverengi, renkli ve şeffaf sırlı örnekler, çok bol bir şekilde görülmektedir. Anadolu seramikleri arasında İslâm seramik sanatının geleneksel kırmızı hamurlu gevşek hamur yapısında vazo, sürahi, kâse ve büyük küpler yapıldığı görülür.
Ne yazık ki, bu çok değerli güzel sanat dalı, 17. yüzyıl başından itibaren, gerilemeye, sonra da sönmeye yüz tutmuş ve çini yapımevleri, peş peşe kapanmıştır. Muhteşem devirler yaşayan Türk çinicilik sanatı, eski gücünden çok şey kaybetmiş olmasına rağmen, bugün de hayatiyetini sürdürme gayreti içerisindedir.
Kütahya Çini
Sanatı
Kütahyanin simgesi ve onu bütün dünyaya tanıtan "Çinicilik" Kütahya 'da önemli bir sanat olmanın yanında bir geçim koludur da.
Kütahya 'da Friglerle başlayan seramik yapımı Bizans Devri sonuna kadar sürekli gelişme göstermiştir. Kütahya 100 yılı aşkın bir süre Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmıştır. Bu devirde çinicilik Bizans ve Selçuklu Sanatının özelliklerini birlikte kullanmıştır. Daha sonra Beylikler Devrine giren Kütahya 'da Osmanlı etkisi görülmeye başlamıştır.
1314 tarihli Vacidiye Medresesindeki Abdülvacit Efendinin Sandukasında 1428 tarihli Yakup Bey Türbesi 'nde ilk Osmanlı Devri renkli sırlı çini tuğlalar kullanıldığı görülmektedir. 15. yy. Osmanlı seramik ve çini sanatı mavi beyaz grubu çinileri ile dikkati çeker. Bu orijinal mavi beyazlar Hisarbey Camii (1487), Kükürt Köyü Camiin (1697) de görülmüştür. 15. yy mavi beyaz çiniler Kütahya 'nın bazı yapıları yanında İstanbul ve Kudüs mimari eserlerinde de kullanılmıştır. 16.yy da Kütahya Çini ve Seramik sanatı faaliyetlerinin yavaşladığı görülmekle beraber İstanbul ve diğer önemli merkezlerde yapılan mimari eserlerde Kütahya çinilerinin kullanıldığı görülür. 1528 - 1529 tarihli Gebze - Çoban Mustafa Paşa Türbesinde, 1522 tarihli Manisa Valide Sultan Camiinde, Topkapı Sarayının çeşitli ünitelerinde Kütahya mavi beyaz çinileri kullanılmıştır.
Günümüzde ihraç malları arasına giren desen ve renk zenginliği kazanan Kütahya Çiniciliği olumlu bir yoldadır. 30 kadar irili ufaklı atölyede yapılan çalışmalar sonucu yapılan çiniler Türkiye ve Dünyanın pek çok eserini süslemektedir.
Kütahyanin simgesi ve onu bütün dünyaya tanıtan "Çinicilik" Kütahya 'da önemli bir sanat olmanın yanında bir geçim koludur da.
Kütahya 'da Friglerle başlayan seramik yapımı Bizans Devri sonuna kadar sürekli gelişme göstermiştir. Kütahya 100 yılı aşkın bir süre Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmıştır. Bu devirde çinicilik Bizans ve Selçuklu Sanatının özelliklerini birlikte kullanmıştır. Daha sonra Beylikler Devrine giren Kütahya 'da Osmanlı etkisi görülmeye başlamıştır.
1314 tarihli Vacidiye Medresesindeki Abdülvacit Efendinin Sandukasında 1428 tarihli Yakup Bey Türbesi 'nde ilk Osmanlı Devri renkli sırlı çini tuğlalar kullanıldığı görülmektedir. 15. yy. Osmanlı seramik ve çini sanatı mavi beyaz grubu çinileri ile dikkati çeker. Bu orijinal mavi beyazlar Hisarbey Camii (1487), Kükürt Köyü Camiin (1697) de görülmüştür. 15. yy mavi beyaz çiniler Kütahya 'nın bazı yapıları yanında İstanbul ve Kudüs mimari eserlerinde de kullanılmıştır. 16.yy da Kütahya Çini ve Seramik sanatı faaliyetlerinin yavaşladığı görülmekle beraber İstanbul ve diğer önemli merkezlerde yapılan mimari eserlerde Kütahya çinilerinin kullanıldığı görülür. 1528 - 1529 tarihli Gebze - Çoban Mustafa Paşa Türbesinde, 1522 tarihli Manisa Valide Sultan Camiinde, Topkapı Sarayının çeşitli ünitelerinde Kütahya mavi beyaz çinileri kullanılmıştır.
Günümüzde ihraç malları arasına giren desen ve renk zenginliği kazanan Kütahya Çiniciliği olumlu bir yoldadır. 30 kadar irili ufaklı atölyede yapılan çalışmalar sonucu yapılan çiniler Türkiye ve Dünyanın pek çok eserini süslemektedir.
Kütahya 'da Çinicilik Yöntemleri
Çinicilikte kullanılan hammaddeler, Kütahya ve komşu illerden sağlanmaktadır. Bu hammaddeler, plastik ve plastik olmayanlar diye ikiye ayrılır. Plastik hammaddeler grubuna "Kırklar Toprağı", "Gri Bilecik Kili", "Maya" ve "Çamaşır Kili", Plastik olmayan hammaddeler grubuna "Çakmak Taşı", "Beyaz Bilecik Kili" ve "Tebeşir" girmektedir.
Bu hammaddelerin belli oranlarda karıştırılmalarıyla "Çark", "Döküm" ve "Pres" diye adlandırılan üç tür harman hazırlanır. Çark harmanında; düz duvar tabağı, vazo, saksı ve şekerlik, döküm harmanında; biblo, bardak, tabak ve küllük, pres harmanında; düz yada desenli duvar plakaları yapılır. Ocaklardan gelen hammaddeler önce öğütülür, çakmak taşı ile bir değirmende kuru olarak karıştırılır. Plastik hammaddeler harman yapılarak, havuzlarda 1-2 gün bekletildikten sonra elek ya da bezden geçirilerek 20-25 gün dinlendirilir. Plastik olmayan hammaddeler de kaynatılarak süzülür ve harmana eklenir. Dinlendirilmiş harman, kapalı suyu alındıktan sonra alçı kalıplara dökülür yada eski fırın plakaları üzerine yayılır. Böylece, harmanın bileşimindeki su oranı ile plastik maddelerin bileşimindeki su oranı eşitlenir. Döküm harmanı, çoğunlukla imalathanelerdeki çark harmanında hazırlanır. Kimi imalathanelerde, çark harmanına belli oranlarda çakmak taşı eklenir. Pres harmanı ise, kuru olarak hazırlanır.
Harmana "Çark", "Torna", "Döküm" ya da "Pres" ile biçim verilir. Çarkların çoğu ayak ile işletilir. Pres kalıplarının çoğu ahşaptır. Alçı kalıplarında kullanılan alçının niteliği çok düşük ve teknoloji ilkeldir.
Kurutma, kışın kapalı yerlerdeki raflarda, yazın ise açık havada yapılır. Plakalar püskürtme, diğer ürünler daldırma yoluyla sırlanır.
Değişik büyüklükte tuğlaların dizilmesi ile silindir biçiminde yapılan fırınlar, ateş hane ve pişirme bölümlerinden oluşur. Pişirme bölümünde raflar kurutulmuştur. Ateş hane bölümünün her iki yanında, sırçanın pişirildiği, pişirme bölümünün "Göz" penceresinden kontrol edilir. Pişirme sıcaklığı 11-14 saatte 800 - 950 dereceye ulaşır. İlki daha düşük ısıda olmak üzere "Çift Pişirme" uygulanır. Çini yapımında kullanılan boyalar yerli ve yabancı kaynaklardan sağlanır.

Yerli boyalar, genellikle oksitlerden yapılan açık yeşil, turkuaz, kırmızı ve siyah, yabancı boyalar ise sarı, koyu yeşil ve laciverttir. Boyama, sulama ve pişirme ilkel yöntemlerle yapıldığından zayıf türdeş olmayan ve birbirine karışan değişik renkler oluşturulur.
Çini desenlerinin yapılmasında
başlıca yöntemler
Sır Altı Tekniği
Kapların fırınlanmadan önce bezenmesine dayanan teknik. Bu teknikte bezeme, yüksek ısıya dayanıklı boyalarla doğrudan kabın üzerine yapılır. Daha sonra üzerine sır çekilen kap, yüksek ısıda fırınlanır. Fırınlama sırasında sır saydamlaşır ve altındaki bezeme ortaya çıkar. Kobalt mavisi, yüksek ısıya en dayanıklı renk olduğu için sır altı bezemede en çok kullanılan renk olmuştur. Bu teknik daha çok Osmanlılar’ca kullanılmıştır.
Sır Üstü Tekniği
Kapların fırınlandıktan sonra bezenmesine dayalı tekniktir. Genellikle saydam olmayan sırlar kullanılır. Sırın üzerine bezeme yapıldıktan sonra kap, düşük ısıda bir kez daha fırınlanır. Fırınlama sırasında desenler ısıyla yumuşayan sırın altına geçer. Bu teknik daha çok Selçuklular’ca kullanılmıştır.
Minai tekniği
Sır altı ve sır üstü tekniklerinin birlikte kullanılmasıdır ve daha çok İran’da yaygındır.
Çini
MüzesiSır Altı Tekniği
Kapların fırınlanmadan önce bezenmesine dayanan teknik. Bu teknikte bezeme, yüksek ısıya dayanıklı boyalarla doğrudan kabın üzerine yapılır. Daha sonra üzerine sır çekilen kap, yüksek ısıda fırınlanır. Fırınlama sırasında sır saydamlaşır ve altındaki bezeme ortaya çıkar. Kobalt mavisi, yüksek ısıya en dayanıklı renk olduğu için sır altı bezemede en çok kullanılan renk olmuştur. Bu teknik daha çok Osmanlılar’ca kullanılmıştır.
Sır Üstü Tekniği
Kapların fırınlandıktan sonra bezenmesine dayalı tekniktir. Genellikle saydam olmayan sırlar kullanılır. Sırın üzerine bezeme yapıldıktan sonra kap, düşük ısıda bir kez daha fırınlanır. Fırınlama sırasında desenler ısıyla yumuşayan sırın altına geçer. Bu teknik daha çok Selçuklular’ca kullanılmıştır.
Minai tekniği
Sır altı ve sır üstü tekniklerinin birlikte kullanılmasıdır ve daha çok İran’da yaygındır.
Avukat S.Sadık ATAKAN 'ın babası
Hacı Bahattin ATAKAN 'dan kalma, Kütahya 'nın ilk Defterdarının oturduğu elli
yıllık ev "S.Sadık ATAKAN Özel Çini Müzesi" olarak ziyarete açıldı. Müzede son
ikiyüzelli yılın en güzel çini örneklerini görmek mümkün. En iyi çini
ustalarının eserlerinden oluşan binlerce eser, uzun yılların sonunda toplanmış.
Ayrıca müzede bir çok antika eşyayı da görmek mümkün. Mutfak eşyaları, Kütahya
'ya gelen ilk radyo, ilk daktilo, dikiş makinası ve mutfak gereçlerini
izleyenler nostaljik bir ortamın içinde buluyor kendisini. Ücret ödemeden
gezilebilen ve geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olan bu ilk özel çini
müzesi yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline
gelmiştir.
Çini Sanatı
M.Ö. 3000 yılının ilk yarısında mimari ile tanışan çiniler, İslam mimarisinde M.S. 9. Yüzyılda kullanılmaya başlamıştır.
Selçuklular'ın 1071'de Bizanslılar`ı yenmesinden sonra Anadolu, hem Selçuklular hem de çiniler için yeni bir vatan olmuştur.
Bu topraklardaki çini sanatı, 13. Yüzyılda Selçuk mimarisinin doruğa ulaştığı dönemde gelişmiş ve buna bağlı olarak da pek çok camii, medrese, türbe ve saray duvarları çinilerle bezenmiştir.
Başlıca turkuaz, kobalt ve mor renklerin kullanıldığı geometrik desenli çini ve çini mozaikler iç mekanlarda tercih edilirken dışta da sırlı veya sırsız tuğlalar kullanılmıştır. 14. yüzyılda Anadolu Çini sanatı Osmanlılar ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Türkler iç ve dış mimari süslemenin en renkli kolu olan çini sanatını, asıl büyük ve sürekli gelişmesini Anadolu Türk mimarisinde göstermiştir.
Çini yapımında önemli bir aşama sayılan mozaik çini tekniğinin ilk örneklerine Karahanlılar ve Büyük Selçuklular döneminde İran'da rastlanır. Anadolu Selçukluları döneminde bu usul daha da geliştirilir. Çeşitli renklerde sırlanmış levhaların alçı zemin üzerinde bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu yüksek seviyeli teknik, XIII. yüzyılda Anadolu'da geniş bir kullanım alanı bulur. Gerek yapıların duvar, kemer, eyvan, kubbe, mihrap, kapı ve pencere alınlıklarını süsleyen mozaiklerde gerekse saraylarda zengin motiflerle bezenen lüster ve sıraltı teknikleriyle elde edilen çinilerde hâkim renk hep firuze olmuştur. Hatta Anadolu Selçuklu devrinde en yaygın kullanılan renkli sır, firuze sırdır. Firuze rengin tonlarına ulaşmanın ise ancak bazı terkipler yoluyla sağlandığını görüyoruz. Meselâ, firuze sırı renklendiren bakır oksidin kurşunla karıştırılması ya da çininin hamurunda bağlantı maddesi olan alümin miktarının silise oranla artırılması halinde, firuze mavisi yeşile dönüyor. Sodyum ve potasyum iyonlarının nispetinin değişmesi de mavi ve yeşil tonların sağlanmasında önemli bir rol oynuyor. Konya, Ankara, Sivas ve Kayseri başta olmak üzere Anadolu'nun pek çok şehrinde hem beylikler hem de Selçuklular dönemine ait mimarî eserlerin firuze çinilerle renklendirilmiştir. Özellikle Konya Karatay Medresesi, Sivas Gök Medrese Mescidi ve I. İzzettin Keykavus Şifahanesi'ndeki türbe, ağırlıklı olarak firuzeden oluşan ve mozaik tekniğinde yapılan çinilerle süslüdür. Özellikle türbe cephelerinde, medrese, mescit, cami ve minarelerde tercih edilen bakır oksit karışımlı firuze tuğlalar, adeta Selçuklu mimarî yapılarının sembolü olur. XIII. yüzyılın ikinci yarısında renk olarak kobalt mavisinin kullanımı artsa da firuzenin hâkimiyetini gölgeleyemez.
Kütahya (Çini
Sanatı)
Kütahyanin simgesi ve onu bütün dünyaya tanıtan "Çinicilik" Kütahya 'da önemli bir sanat olmanın yanında bir geçim koludur da.
Kütahya 'da Friglerle başlayan seramik yapımı Bizans Devri sonuna kadar sürekli gelişme göstermiştir. Kütahya 100 yılı aşkın bir süre Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmıştır. Bu devirde çinicilik Bizans ve Selçuklu Sanatının özelliklerini birlikte kullanmıştır. Daha sonra Beylikler Devrine giren Kütahya 'da Osmanlı etkisi görülmeye başlamıştır.
1314 tarihli Vacidiye Medresesindeki Abdülvacit Efendinin Sandukasında 1428 tarihli Yakup Bey Türbesi 'nde ilk Osmanlı Devri renkli sırlı çini tuğlalar kullanıldığı görülmektedir. 15. yy. Osmanlı seramik ve çini sanatı mavi beyaz grubu çinileri ile dikkati çeker. Bu orijinal mavi beyazlar Hisarbey Camii (1487), Kükürt Köyü Camiin (1697) de görülmüştür. 15. yy mavi beyaz çiniler Kütahya 'nın bazı yapıları yanında İstanbul ve Kudüs mimari eserlerinde de kullanılmıştır. 16.yy da Kütahya Çini ve Seramik sanatı faaliyetlerinin yavaşladığı görülmekle beraber İstanbul ve diğer önemli merkezlerde yapılan mimari eserlerde Kütahya çinilerinin kullanıldığı görülür. 1528 - 1529 tarihli Gebze - Çoban Mustafa Paşa Türbesinde, 1522 tarihli Manisa Valide Sultan Camiinde, Topkapı Sarayının çeşitli ünitelerinde Kütahya mavi beyaz çinileri kullanılmıştır.
Günümüzde ihraç malları arasına giren desen ve renk zenginliği kazanan Kütahya Çiniciliği olumlu bir yoldadır. 30 kadar irili ufaklı atölyede yapılan çalışmalar sonucu yapılan çiniler Türkiye ve Dünyanın pek çok eserini süslemektedir.
Çini
Sanatı
Türklerde iç
ve dış mimari süslemenin en renkli kolu olan çini sanatı, asıl büyük ve sürekli
gelişmesini Anadolu Türk mimarisinde göstermiştir. Çeşitli tekniklerle
zenginleşen bu süsleme sanatı, hep mimariye bağlı kalmış, onun üstünlüğünü
ezmemiş, ama renkli bir atmosfer yaratarak mekan etkisini arttırmıştır. Türk
mimarisinde çini süslemenin kullanımını çok eski tarihlere kadar indirebiliriz.
Uygurların, Karahanlıların, Gaznelilerin, Harzemşahların ve özellikle İran’da
Büyük Selçukluların mimarisinde çininin az da olsa kullanıldığı bilinmektedir.
Bu sanat dalı, Anadolu Selçukluları ile çok yaygın ve çeşitli tipteki mimari
yapıtlar üzerinde büyük bir gelişme göstererek varlığını günümüze kadar
sürdürmüştür. Her dönemin çini süslemesi, daha önceki dönemin teknik üstünlüğünü
sürdürmekle birlikte yeni teknik buluş ve renklerle bu sanatı
zenginleştirmiştir.
Anadolu
Selçuklu mimarisinde dini yapılar mozaik çini tekniği ile süslenmiştir. Bu
teknikte firuze, mor, yeşil, lacivert renkte sırlanmış çinilerden istenen örneğe
göre kesilmiş parçalar alçı zemin üzerinde bir araya getiriliyordu. Selçuklu
köık ve sarayları ise, yıldız, haçvari, altıgen, kare, dikdörtgen gibi geometrik
çini levhalarla kaplanmıştır. Selçuklular ayrıca, sır üstüne uygulandığında
metalik bir parıltı veren Perdah tekniğini geliştirmişlerdir. Dini yapılarında
ise geometrik kompozisyonların yanında, rumi ve palmet gibi soyut bitkisel
motifli kıvrık dallara da yer vermişlerdir. Ayrıca, çok etkili iri kufî ve sülüs
yazılarla yapılan süsleme de önemli bir yer tutar. Anadolu saraylarındaki çini
süslemeler ise çeşitli duruşlarda insan, av hayvanları, kuşlar, çift başlı
kartal, ejder, sfenks gibi aralarında efsanevi yaratıkların da bulunduğu zengin
bir figür koleksiyonunu gözler önüne sermektedir. Selçuklu döneminde çini
süslemenin merkezi Konya olmuştur. ılk örneklerde tuğla ve sırlı tuğla
kullanılmıştır. Ama, kısa bir süre içinde kesme mozaik çininin bütün yüzeyleri
kaplaması ile üstün bir düzeye varılmıştır.
Anadolu’da
çini süslemeyi içeren erken tarihli önemli yapılardan biri, Sivas Keykavus
Şifahanesi’ndeki türbedir. Selçuklu sultanı I. İzzeddin Keykavus’un yattığı bu
türbenin cephesi, Sultan’ın ölümünü bildiren yazılı levha çinileri ve mozaik
çini süslemeleri ile görkemli bir görüntüye sahiptir. Geometrik kompozisyonların
ağırlıkta olduğu bu yapıda, kazıma tekniği ile yapılmış iki küçük kartuş içinde
ustanın Marendli olduğu belirtilmiştir.
13. yüzyıldan
kalma Eski Malatya Ulu Camii’nin kubbeli mekanı ile eyvan ve avlu revahındaki
çiniler, mimariye bağlı olan bu süslemenin başarılı ve görkemli birer örneğidir.
Kazıma tekniğinde yapılmış çini kitabelerde belirtildiği gibi, ustaların
Malatyalı oluşu, bu sanatın artık Anadolulu sanatçılarca da başarı ile
uygulandığını ortaya koymaktadır.
Anadolu
Selçukluların en önemli merkezi olan Konya’daki mimari yapıları süsleyen
çiniler, kentin bu sanat dalında da seçkin bir merkez olduğunu göstermektedir.
Alaaddin Cami’nin mihrabında ve kubbeye geçiş bölgesinde çini süslemeler
bulunmaktadır. Ayrıca Sırçalı Medrese’nin (1243) eyvanındaki mozaik çini
süslemeler, kitabede Tuslu bir sanatçının isminin olması açısından önemlidir.
Iran’ın Tus kentinden gelmiş bir aileden olan bu sanatçının Anadolu’da Konya ve
çevresinde etkinlik gösterdiği, öteki yapıtlarda görülen benzerliklerden
anlaşılmaktadır.
Konya Karatay
Medresesi (1251), Selçuklu döneminde mozaik çini sanatının ulaştığı üstün
düzeyi, özellikle kubbede olmak üzere, yapının hemen her bölümünü kaplayan
mozaik çini süslemeleri ile gözler önüne serer. Kompozisyonlara dikkatle
bakıldığında, bu yapıdaki mozaik çinilerin ciddi ve bilinçli bir biçimde
yerleştirilmiş olduğu anlaşılır.
Yine
Konya’daki Sahip Ata Camii ve Külliyesi’nin (1258-1283) çini süslemeleri,
Selçuklu dönemindeki gelişimi vemimarideki yaygın kullanımı gözler önüne
sermektedir. Caminin mihrabı, minarenin gövdesi, türbenin içindeki lahitler,
kemerler, ajurlu pencere şebekeleri hep Selçuklu çini sanatının seçkin örnekleri
ile kaplıdır. Bu örneklerde bitkisel motiflerin daha geniş alanları kapladığı
görülmektedir.
Sivas’taki Gök
Medrese (1272) ise, Selçuklu çini sanatının 13. yüzyılın sonuna doğru vardığı
noktayı gösterir. Eyvan tonozunun içi, mozaik çininin kabartma olarak da
uygulandığını ortaya koyar. Ayrıca eyvanın arka duvarının süslemesi, daha önce
İran’da Selçuklu yapılarında görülen sade tuğla süsleme yerine, Anadolu’da
tümüyle mozaik çini kullanıldığını göstermesi açısından ilginçtir. Tokat’taki
Gök Medrese’nin eyvan cephesindeki çiniler ise, Selçuklu dönemi mozaik
çinilerinde kullanılan motiflerin bir özetini vermektedir. Çay kasabasındaki Taş
Medrese’nin (1278) giriş eyvanında kırmızı tuğla ve firuze çiniden kesilmiş,
lotus-palmetli bir friz vardır. Mihrabındaki çiniler ise, Türk çini sanatında
ilk ve son kez uygulanmış olan bir süsleme biçimini sunar. Firuze ve mor renkli
çinilerle oluşturulan ve Bizans sanatında görülen bir düğüm motifi, içinde Allah
ve Ali yazılı sekiz köşeli yıldızlarla birleştirilerek orijinal bir düzenleme
yaratılmıştır.
Ankara’daki
Arslanhane Camii’nin görkemli mihrabı ise, 13. yüzyıl sonunda varılan zenginliği
ve teknik gelişmeyi belirtir. Firuze ve lacivert renkli mozaik çininin
kullanıldığı mihrapta, alçı süsleme de önemli bir yer
tutar.
Selçuklu
dönemi saray ve köıkleri, ne yazık ki, günümüze sağlam olarak gelememiştir. Ama
yapılan kazılar sonucunda bu yapıların zengin çini süsleme ile kaplı oldukları
anlaşılmıştır. Konya’da Alaeddin Köıkü denilen, fakat IŞ. Kılıçarslan zamanında
inşasına başlanan yapının kalıntılarında, Anadolu Selçuklu sanatında yalnız
burada kullanılan Minaî adı verilen teknikle yapılmış çiniler bulunmuştur. Bu
çinilerin hamuru sarımtırak renktedir, hamurun içinde ise bağlayıcı olarak,
alkalili kireç kullanılmıştır. Çok iyi yoğrulan hamur, levha haline getirilir ve
astarlanmadan sırlanırdı. Yedi rengin kullanıldığı bu çinilerde, yüksek ısıya
dayanan yeşil, koyu mavi, mor ve firuze renkler sır altına boyanarak daha sonra
desen yapılırdı. Ardından siyah, kiremit kırmızısı, beyaz ve altın yaldızla sır
üstüne yeniden boyanarak daha hafif bir ısıda tekrar fırınlanırdı. Uygulanması
çok zor olan bu teknikle ortaya kaliteli ürünler çıkıyordu. Bu teknikle yapılmış
yıldız, haç biçimli baklava ve kare çini levhalarda, Selçuklu dönemi saray
yaşamını yansıtan taht ve av sahnelerinin yanında çeşitli hayvan ve stilize
bitkiler de görülmektedir.
Sultan I.
Alaaddin Keykubad tarafından yaptırılmış Kayseri Keykubadiye (1224-26) ve
Beyşehir Kubad Abad (1226-37) saraylarında ise kare, sekiz köşeli yıldız ve
haçvarı çini levhalar, sır altına boyama ve sır üstüne madeni parıltı veren
perdah tekniği ile yapılmışlardır. Keykubadiye Sarayı’nda geometrik motiflerin
yanında, firuze sır altına siyahla helezonlar yapan kıvrık dallı süslemelerin
bulunduğu kare çiniler de kullanılmıştır. Beyşehir’deki Kubad Abad Sarayı ise
çok sayıda figürlü çini içeriyordu. Perdah tekniği bu yapıda da kullanılmıştır.
Bu teknikte desen, mat beyaz ya da mor ve firuze sırlı çininin üstüne gümüş ya
da bakır oksitli bir karışımla işleniyor, çini alçak bir ısıda yeniden
fırınlanıyordu. Böylece, oksitlerdeki maden karışımı ince bir tabaka halinde
çini yüzeyindeki süslemeyi kaplıyordu. Haçvari çiniler arasına yerleştirilen
sekiz köşeli yıldız biçimli levhalar, çok çeşitli insan ve hayvan figürlerini
içeriyordu. Bu örnekler, Selçukluların dünyasal ve sembolik anlamlarla
zenginleşen bir tasvir anlayışını
sergilemektedir.
Beylikler
döneminde çininin kullanımı, Selçuklulardaki kadar görkemli değildir. Ama bazı
örneklerde, bu sanatın yine de başarısını sürdürdüğü görülür. Özellikle
Eşrefoğlu Beyliği’nin Beyşehir’deki Camii (1299) ve bitişiğindeki türbe (1301),
bu dönemin en görkemli çini süslemelerine sahiptir. Camiye girişi sağlayan ve
kitabeyi taşıyan iç kapı, tümüyle mozaik çini kaplaması ile çini sanatının
zaferini vurgulayan bir tak gibidir. Türbenin kubbesini kaplayan mozaik
çinilerde artık, grift bitkisel motiflerin egemenliği başlamıştır. Burada mozaik
çininin beşgen levhalar halinde uygulanmış oluşu da teknik bir özelliği gözler
önüne serer.
Mozaik çini
süsleme, Aydınoğlu Beyliği’nin Birgi Ulu Camii’ndeki (1313) mihrap ve mihrap önü
kubbesini taşıyan kemer alındığında da sürer. Aynı beyliğin Selçuk’taki ısa Bey
Camii’nde (1374) ise, mihrap eksenindeki birinci kubbeye geçiş bölgesi, tuğla ve
yıldız biçimli çinilerle kaplıdır.
Mozaik çini
süsleme, Selçuklu sanatının en yakın izleyicisi olan Karamanlı Beyliği’nde de
vardır. Ama bu kez, alçı süsleme içine kakılmış olarak kullanılmıştır.
Konya’daki Hasbey Darülhıffazı’nın (1421) mihrabı ve kubbeye geçiş bölgesindeki
mozaik çiniler, Selçuklu dönemi özelliklerini sürdürür. Ancak Karaman’daki
İbrahim Bey İmareti’nin (1433) bugün İstanbul Çinili Köşk’te sergilenen renkli
sırla boyama tekniğinde yapılmış gösterişli mihrabında ise Osmanlı çini
sanatının etkilerini buluruz. Aynı etkilere, Germiyanoğlu Beyliği’nin
Kütahya’daki ımaret’ine bitişik II. Yakup Bey Türbesi’nin (1429) yer aldığı
setin bordürlerindeki, renkli sır boyama tekniği ile yapılmış dikdörtgen levha
çinilerde de rastlıyoruz.
Osmanlılarda
çini sanatı başlangıcından beri çeşitli tekniklerin uygulanması ile büyük bir
aşama ve zenginlik göstermiştir. Bursa Yeşil Cami (1419-22) ve külliyesinin çini
süslemeleri, ilk dönem Osmanlı sanatında çininin ulaştığı düzeyi sergiler. Bu
yapıda kullanılmış olan renkli sır tekniğinde desenin konturları kırmızı hamur
üzerine derin kazılarak ya da baskı ile basılmak suretiyle işlenir, sonra renkli
sırlarla boyanarak fırınlanır. Bir başka şeklinde ise kırmızı hamurlu levha,
beyaz bir astarla astarlandıktan sonra desenin konturları krom, mangan karışımı
şekerli bir madde ile çizilir. Sonra renkli sırlarla boyanarak fırınlanır.
Fırınlanma sonucunda eriyen renkli sırların, kabaran konturlar sayesinde birbiri
içine akması önlenir.
Beyaz, sarı,
fıstık yeşili ve eflatunun katılmasıyla renklerde de bir zenginlik olmuştur.
Ayrıca, hatayili kompozisyonlar ve şakayık gibi Uzak Doğu kökenli desenler çini
sanatına katılmıştır. Bu yeniliklerin çini sanatına katılmasında Ali bin ılyas
Ali’nin büyük payı vardır. Aslında Bursalı olan usta 1402’de Timur tarafından
Semerkant’a götürülmüş, orada yeni teknik ve üslubu öğrenerek, dönüşünde de
beraberinde getirdiği Tebrizli ustalarla Bursa’daki ürünleri gerçekleştirmiştir.
Ayrıca Yeşil Cami’nin tümüyle çini kaplı hünkar mahfilinde, yine çini ile
yazılmış Muhammed el Mecnun ismi, bu bölümü yapan ustanın iftaharla atılmış bir
imzası gibidir.
Yeşil
Türbe’nin mihrabındaki iki şamdan arasından çiçeklerin fışkırdığı vazo ve tepede
asılı olan kandil kompozisyonu, değişmekte olan süsleme üslubunu gözler önüne
serer. Çelebi Sultan Mehmed’in tümüyle renkli sır tekniğindeki çinilerle kaplı
lahdi ise, çinili lahitlerin en görkemlilerinden
biridir.
Bursa’daki
Muradiye Camii ve Medresesi’nde (1425) ise daha kısıtlı olan süslemeler, mozaik
ve renkli sırla boyama tekniği ile çeşitli biçimde tek renk sırlı levha
çinilerden oluşmuştur.
Edirne
Muradiye Camii’nin (1436) çinileri ise, ilk dönem Osmanlı çini sanatında çininin
gelişimini sergiler. Caminin mihrabı, saydam renksiz sır altına mavi-beyaz
teknikli çinilerin renkli sır tekniği ile birlikte kullanımıyla oluşan teknik
bir aşamayı göstermektedir. Mihrap içindeki düğümlü şeritlerle çevrelenmiş
zengin rumili kıvrımlarda dönemin tezhip ve kalem işi süslemeleri ile bütünleşen
bir üslup birliği sezilir. Bunun yanında, çoğu Uzak Doğu kökenli çeşitli
bitkisel süslemeler, kompozisyonlara zenginlik katar. Sır altına mavi-beyaz
süslemeli altıgen çini levhalar, aralarına yerleştirilmiş olan üçgen biçiminde
firuze renkli çini levhalarla birleşerek duvarları
kaplar.
Edirne Üç
şerefeli Cami’nin (1437-47) avlusunda yer alan iki çini alınlıktaki levhalarda
şeffaf sır altına uygulanmış mavi-beyaza firuze ve eflatunun da katıldığı
görülmektedir. Küçük çiçekler, lehezonlar yapan kıvrık dallar ve yazılı
kitabeler, bu yapıdaki süslemenin ana
desenleridir.
15. yüzyılın
renkli sırla boyama tekniği, 16. yüzyılda, özellikle de İstanbul’da sürer. Yavuz
Sultan Selim Camii ve Türbesi’nin (1522) çinilerinde, renkli sırla boyama
tekniğinde sırsız bırakılan boı alanların fırınlandıktan sonra kırmızı boya ile
boyanarak renklendirildiği anlaşılmaktadır. şehzade Mehmed Türbesi’nin (1548)
içini kaplayan çini süslemelerde ise sütunlar, başlık ve kaidesini içeren mimari
formlar görülür. Burada sütunların taşıdığı bir revak fikri tasvir edilmiştir.
Bu örnekler renkli sır tekniğinin mimari ile bağdaşan en yaygın kullanımını
gözler önüne sermektedir.
16. yüzyılın
ikinci yarısından sonra tüm teknikler terk edilir. Yalnızca sıratlı diye
adlandırılan teknik kullanılmaya başlanır. Bu teknikte çini levhalara önce bir
astar çekilir, sonra istenen örnek dış çizgileri ile çizilir ve içleri arzulanan
renklere boyanır. Hazırlanan çini levha, sır içine daldırılıp kurutulduktan
sonra fırına verilir. Fırında ince bir cam tabakası halini alan saydam sırın
altında tüm renkler parlak bir biçimde ortaya çıkar. Bu dönemde ayrıca renklere
ancak yarım yüzyıl kadar sürecek olan orijinal bir mercan kırmızısı da katılır.
Çok kaliteli bir teknik ve zarif bir desen anlayışı ile yapılanbu çinilerde,
artık natüralist bir anlayışla çizilmiş lale, sümbül, karanfil, gül ve gül
goncası, süsen ve nergis gibi çeşitli çiçekler, üzüm salkımları, bahar açmış
ağaçlar, servi hatta elma ağaçları, üstün bir yaratıcı güçle kompozisyonları
zenginleştirir. Ayrıca, hançer biçiminde kıvrılmış sivri dişli yapraklar ve
bunların arasında çeşitli duruşlarda kuş figürleri, kimi zaman dabazı efsane
hayvanları yer alır. Bu zenginleşmede hiç kuşku yok ki, Osmanlı sarayına bağlı
nakkaşların yaratıcı gücü etken olmuştur. Özellikle şahkulu ve Karamemi gibi
nakkaşbaşıların idaresinde çalüşan nakkaşlar, çini ustaları için çeşitli
desenler yaratmışlardır. Bu gür kaynağın oluşturduğu Osmanlı saray üslubu, bu
dönemde çeşitli sanat yapıtlarıyla birlikte çini sanatında da bir üslup
bütünlüğü sağlamıştır.
İstanbul
Süleymaniye Camii’nin (1550-57) mihrap duvarı, kırmızı rengin ilk kez
kullanıldığı, bahar açmış dallar ve diplerinden fışkıran lale, karanfil gibi
natüralist çiçeklerin yer aldığı çiniler ile yeni üslubu açıkça ortaya koyar.
Mihrabın iki yanındaki yazılı madalyonlar ise, dönemin büyük hattatı Karahisari
ve öğrencisi Hasan Çelebi’nin ürünleridir.
Rüstem Paşa
Camii (1561), 16. yüzyılın ikinci yarısında çini sanatına kaynak olacak bütün
desenlerin sergilendiği, mihrapların, duvarların, payelerin tümüyle çinilerle
kaplandığı gösterişli bir yapıdır.
İstanbul
Kadırga’da Sokullu Mehmet Paşa Camii (1571), çini süslemelerin kubbenin
pandantifli geçiş kısmında, pencere alınlıklarında, mermer mihrabın çevresinde
duvarda ve minberin külahında yer alması ile mimariyi ezmeyen başarılı bir
düzenlemeye sahiptir. Bunun yanında, İstanbul Piyale Paşa Camii’nin (1573)
çinili mihrabının süslemeleri, dönemin kumaş desenleri ile olan benzerliği
sergiler.
Edirne
Selimiye Camii’nin (1569-75) çinileri, 1572 tarihli fermanlardan anlaşıldığı
gibi, ıznik’e özel olarak sipariş edilmiştir. Bu yapı, çini süslemenin mimari
ile bağdaşan, mimari üstünlüğü ezmeyen bilinçli yerleştirilişini en başarılı bir
biçimde ortaya koyar. Mihrap duvarı, minber köıkü duvarı, galerileri taşıyan
kemerlerin köşelikleri, pencere alınlıkları ve özellikle de hünkar mahfili,
dönemin en kaliteli çinileri ile kaplıdır. Hünkar mahfilinde ki çiniler, 16.
yüzyılın ikinci yarısında varılan üstünlüğü, bahar açmış ağaçlar ve elma
ağaçları ile taçlandırır.
Üsküdar’da
Atik Valide Camii (1583) mihrap duvarının iki yanında yükselen çini panolar,
vazodan taşan çeşitli çiçekler ve bahar açmış ağaçları ile 17. yüzyıl çini
sanatına kaynak olacak güçtedir.
Çini
sanatında, 17. yüzyılın ilk yarısından itibaren teknik açıdan bir duraklama ve
gerileme başlar. Mercan kırmızısı kahverengiye dönüşür, öteki renkler solar, sır
altında akmalar görülür. Sır parlaklığını yitirir, çatlaklar belirir, beyaz
zemin de kirli ve benekli bir görünüm kazanır. Desenler ise bir süre daha eski
güçlerini korumakla birlikte, gittikçe inceliklerini yitirir ve donuklaşırlar.
Sağlam siyah dış çizgilerin yerini de ince mavi bir renk
alır.
İstanbul
Sultan Ahmed Camii (1609-17), Türk çini sanatının en parlak dönemine ait
örneklerin toplandığı son büyük yapıdır. Bu yapıda kayıtlara göre, 21043 çini
kullanılmıştır. Özellikle üst kat mahfillerinin duvarlarını kaplayan çini
panolardan görülen bahar açmış ağaçlar, asma dalları sarılmış servi ağaçları,
üzüm salkımları, lale, sümbül, karanfil demetleri, Çin bulutları ile kuşatılmış
iri şakayıklar ve sembolik üç top desenleri, yıldızlı geometri geçmeler gibi çok
farklı motiflerin ayrı ayrı panolar halinde bir araya getirilmiş olması,
bunların toplanmış çiniler olduğu kanısını uyandırmaktadır. Bu yapıda, 16.
yüzyıl ikinci yarısı ve 17. yüzyıl başı ıznik ve Kütahya çinileri bir arada
kullanılmıştır.
Topkapı
Sarayı’nın çinileri, Osmanlı çini sanatının tüm dönemlerini toplu olarak gözler
önüne serer. Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan, ıimdi Arkeoloji Müzeleri
bahçesinde yer alan Çinili Köık (1472), mozaik çini sanatının ilk Osmanlı
dönemindeki üslup gelişimini yeni kompozisyon ve renklerle gözler önüne seren
anıtsal bir yapıdır. Gösterişli bir eyvan biçiminde dışarıya açılan giriş
kısmında, geometrik kompozisyonlar, iri kufî ve sülüs yazılar, etkiyi
arttırmaktadır. Topkapı Sarayı Arz Odası’Dnın cephesindeki renkli sır tekniğinde
yapılmış çiniler ise, 16. yüzyıl başındaki örneklerin özelliğini
taşır.
Topkapı
Sarayı’nda, 16. yüzyıl ikinci yarısının en kaliteli çinilerinin bulunduğu
bölümlerden biri de Hırka-i Saadet Dairesi’dir. Bahar açmış ağaçlar üzerinde
çifte kuşlu panolar, parlak kırmızı rengin geniş bir zeminde kullanılmış
olduğunu göstermesi açısınan önemlidir. Sultan IŞI. Murad Dairesi’ndeki (1578)
çiniler, kubbe eteğine kadar tüm duvarları kaplar. 16. yüzyıl ikinci yarısının
bu kaliteli çinilerinde, beyaz zemin üzerine kırmızı, yeşil renklerin bulunduğu
Çin bulutları, nar çiçekleri ve kıvrık dişli yapraklar görülür. Ocak külahının
iki yanında yer alan bahar dallı kompozisyon ise, bulunduğu yere uygun bir
biçimde yerleştirilmiştir.
1640 tarihli
Sünnet Odası’nın cephesini ise çeşitli dönemlere ait çiniler süslemektedir.
Artık kaliteli çinilerin yapılamadığı dönemde, bu yapıda, saray depolarındaki
çiniler ya da başka yerlerden sökülerek getirilenler kullanılmıştır. 1.20 x 0.34
m. boyutundaki yekpare çini panolarda, beyaz bir zemin üzerinde firuze ve
mavinin tonlarıyla kıvrık iri yaprak ve şakayıklı bir dal üzerinde çeşitli
duruşta kuş figürleri, alt kısmında ise Uzak Doğu kökenli iki efsanevi geyik
figürü bulunmaktadır. Saray nakkaşlarının desenlerine göre biçimlendiği belli
olan bu panolara benzeyen daha küçük boyuttaki bir panoda ise, bir vazodan çıkan
kıvrık yapraklı ve çiçekli bir dal üzerinde kuş figürleri bulunmaktadır. ılginç
olan, bu panoların benzerlerinin 1639 tarihli Bağdat Köıkü içinde de yer
almasıdır. Ancak burada kompozisyon yekpare bir pano olarak değil, yedi ayrı
levhanın birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu çiniler, biraz kabalaşmış
üsluplarına ve teknik aksaklıklarına rağmen, Sünnet Odası’ndaki 16. yüzyılı ait
orijinallerine bakılarak yapılmış oldukça başarılı
kopyalardır.
17. yüzyıl çini sanatının desen açısından henüz
yaratıcı gücünü sürdürdüğü Harem kısmında, Valide Sultan ve şehzadeler
Dairesi’ndeki çini kaplamalar, vazolardan taşan çeşitli çiçekler ve bahar
ağaçları ile mekana bir cennet bahçesi görünümü kazandırır. 17. yüzyılın bu
alandaki bir katkısı da Mekke ve Medine tasvirlerinin Türk çini sanatında yer
almasıdır. Böyle bir pano, Valide Sultan ıbadet Odası’nda da bulunmaktadır. Bu
tür panoların kitabeli olmaları, bunlara belge niteliği de
kazandırmaktadır.
Bu dönemde ıznik’in gittikçe azalan etkinliğinin
yerini, Kütahya almaya başlamıştır. Üsküdar Çinili Cami (1640) mihrabı, minberin
külahı ve nişli duvarları ile Kütahya çinilerinin ıznik ürünlerini anımsatan
başarısını gözler önüne serer. İstanbul Yeni Cami ve Külliyesi’nin (1663)
çinileri ise, 17. yüzyılın ikinci yarısındaki teknik gerilemeye rağmen, çok
çeşitli desenlerin hâlâ kullanıldığını göstermektedir. Yapının hemen her
bölgesinde yeşil, firuze ve lacivert renklerin egemen olduğu çinilere
rastlanır.
18. yüzyıl başlarında ıznik çiniciliği bir daha canlanamayarak son
bulur. Sultan IŞI. Ahmed ve Sadrazam Damat ıbrahim Paşa, Türk çini sanatını
yeniden canlandırmak için girişimlerde bulunurlar. İstanbul Tekfur Sarayı’nda,
ıznik’ten getirilen ustabaşı ve fırın malzemeleriyle yeni bir imalathane
kurulur. Başlangıçta ıznik çinilerinin benzerleri yapılır. Ama, bu deneme de çok
kısa sürer ve 25 yıl sonra Tekfur çiniciliği son bulur. Tekfur Sarayı çinileri
adı altında toplanan bu ürünlerin en ilginç örnekleri, Hekimoğlu Ali Paşa
Camii’nde (1734) ve Sultan IŞI. Ahmet Çeşmesi’nin (1732) saçağı altında
bulunmaktadır. Desen açısından ıznik çinilerine benzemekle birlikte, Tekfur
Sarayı çinilerinin yapım tekniği başarılı değildir. Sırlar mavi bir ton almış,
çatlaklar belirmiş, renklerde de solma ve akmalar başlamıştır. Sıraltı
tekniğindeki bu çinilere o zamana kadar çini sanatında görülmeyen sarı ve
turuncu da katılmıştır.
Kısa ömürlü bu çabanın yanında, Kütahya 18. yüzyıl
boyunca tek çini merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Ama, saray sanatının
görkeminden uzak, daha çok halk sanatının şematik üslubuna göre oluşturulmuş
çiçek buketleri ve rozetler ortaya çıkmıştır. Üsküdar Yeni Valide Camii (1708),
Kütahya Hisar Bey Camii’nin 1750 yılındaki tamiri sırasında konulan çinileri,
Antalya Müsellim Camii (1796) ve Topkapı Sarayı’nın çeşitli yerlerinde bulunan
çiniler, bu dönemin özelliklerini yansıtırlar.
Bu özellikler, Neo-Klasik üslubun
egemen olduğu 20. yüzyıl başlarında yeni bir canlanmaya değişir. ıznik
çinilerinin klasik desenlerine dönülerek, başarılı örnekler verilir. Eyüp’teki
Sultan Mehmed Reşad Türbesi’nin (1918) içini kaplayan çini panolar, asma
yapraklı servi ağaçları, vazodan taşan çiçekler, bahar ağaçları, kırmızı
renginde katıldığı renk çeşitlemesi ile bu yeniden canlanışı gözler önüne
sermektedir.
Osmanlı çini sanatının görkemli örnekleri, küçük çapta da olsa, 20.
yüzyıl başında yeniden yaşatılmaya çalışılmıştır. Kütahya çiniciliği ise
günümüzde, zaman zaman Türk çini sanatının parlak geçmişini anımsatan örneklerle
varlığını sürdürmektedir.
Bu yazı bugün aramızda olmayan Çini Tarihi
Araştırmalarına büyük emek vermiş sayın Prof. Dr. Şerare Yetkin tarafından
kaleme alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Kuralları
1. Saygı çerçevesinde yapılan yorumlar, kendinizi ifade etmenin en iyi yoludur. Yorumlarınızın hakaret, küfür, tehdit, taciz, aşağılama, diğer kullanıcıların kişisel bilgilerinin ifşası, telefon numarası, e-posta adresi ve kurum ismi içermediğinden emin olun. İfade özgürlüğünü destekliyoruz ancak; kişi veya grupların dinini, dilini, cinsiyetini, ırkını, etnik grubunu, milliyetini aşağılayıcı yorumlara ve genel ahlak ilkelerine aykırı unsurlara kesin olarak izin vermiyoruz. Bu tür içeriğe sahip yorumlarınızın moderatör onayından geçmeyeceğini veya başka kullanıcılar tarafından sakıncalı olarak bize bildirilebileceğini ayrıca talep halinde ilgili mercilere tarafımızca bilgi verileceğini lütfen unutmayın. Üyelerimiz, yaptıkları yorumlardan kendileri sorumludur. Yukarıda belirtilen içeriğe sahip yorumlardan ve bu tarz davranışlarda bulunanlara yöneltilen cezai yaptırımlardan ''sanat-sanatkar.blogspot.com '' sorumlu tutulmaz.
2. Yaptığınız yorumun, yazıyla ilgili olmasına özen gösterin. Yorum yaptığınız yazının ana temasıyla doğrudan ilişkili olmayan yorumlar göndermeyin. Zorunlu olmadıkça büyük harf kullanmayın. Bu durum, diğer ziyaretçiler tarafından ‘bağırarak konuştuğunuz’ şeklinde algılanır. Sözlerinizi vurgulama amacıyla da olsa, harf ya da noktalama işareti tekrarı yapmamaya çalışın. İnternet sohbet odalarında kullanılan kısaltmaları kullanmayın.Hiçbir harf yerine benzer görünen başka bir karakter yazmayınız.
3. Yorumların varlık sebebi, konuyla ilgili fikir alışverişinden başka hiçbir şey değildir. Gerek yazıyı kaleme alan yazarla, gerekse yorum yazan diğer kişilerle fikirlerinizi paylaşabilir ve bu şekilde yazıda gördüğünüz doğruları genişletebilir, yanlışları eleştirebilirsiniz.
Lütfen bu kurallara uymaya ve hepimizin bir gün güvenli sınırlara gereksinim duyabileceğini anlamaya çalışalım. Kurallara uymamak, önce uyarı almanıza, yinelenen uyarılar da kullanıcı hesabınızın kapatılmasına neden olacaktır. Hesabınız kapatıldığında başka bir kullanıcı adıyla giriş yapmanız da engellenecektir.
Yaptığınız yorumlar içinde link barındıranlar spam kabul edilecek ve silinecektir.
Yorum kutusunda Link verilebilmesi için konulmuş olan link html etiketi konu ile ilgili link oluşturma amaçlıdır.
Reklam amaçlı başka sitelere link veren yorumlar silinecektir.
Katkılarınız ve duyarlılığınız için teşekkür ederiz.
sanat-sanatkar.blogspot.com